Tweetleri Kim Gördü? Tarihin Gözünden Dijital Görünürlük Meselesi
Bir tarihçi için geçmiş, yalnızca yaşanmış olaylar dizisi değil; aynı zamanda insanların birbirini nasıl gördüğü, duyduğu ve hatırladığı bir süreçtir. Geçmişi anlamak, aslında “görülmenin” tarihini anlamaktır.
Bugün bu tarihsel soru, yeni bir biçim almıştır: Tweetleri kim gördü?
Bir cümle, bir düşünce, bir eleştiri ya da bir espri…
Saniyeler içinde dünyanın öteki ucuna ulaşabiliyor ama asıl mesele şudur: Gerçekte kim gördü?
Geçmişin Görünürlüğü: Agora’dan Matbaaya
Antik çağın agoraları, insanların fikirlerini paylaştığı ilk sosyal medya alanlarıydı. O dönemde “tweet” sözlüydü; yüksek sesle, doğrudan ve bedensel bir varlıkla iletilirdi. Kimin duyduğu belliydi, çünkü herkes meydandaydı.
Orta Çağ’da ise fikirler kiliselerin gölgesinde yayıldı. Görülmek tehlikeli, hatta bazen ölümcüldü.
Rönesans’la birlikte matbaa icat edildiğinde, fikirlerin görünürlüğü artık bireyin sesinden bağımsız hale geldi.
Ve şimdi —21. yüzyılda— bu görünürlük tamamen dijital bir zemine taşındı: Twitter (ya da yeni adıyla X), modern çağın en kalabalık agorasıdır.
Ama tarihin ironisi burada gizlidir:
Eskiden insanlar görünmek için konuşurdu, şimdi bazen konuşmak görünmek için yeterli değildir.
Algoritmalar, zamanlama, takipçi ağı…
Hepsi “kim gördü?” sorusunun yeni tarihsel parametreleridir.
Dijital Çağın Yeni Gözetim Mekanizması
Tweetleri kim gördü? sorusu, aslında “beni kim fark etti?” anlamına gelir.
Bu, insanın binlerce yıldır değişmeyen psikolojik ihtiyacının —tanınma arzusunun— dijital çağdaki yansımasıdır.
Antik Roma’da imparatorlar halkın alkışını, Orta Çağ’da krallar itaatin sessizliğini beklerdi.
Bugünse insanlar, görülme istatistiklerine bakar: “Kaç kişi beğendi, kaç kişi görüntüledi?”
Twitter’ın sunduğu görüntülenme sayısı, bir tür modern iktidar aracıdır.
Çünkü görünürlük, çağımızda itibarla eş anlamlıdır.
Kim daha fazla görülüyorsa, o kadar güçlüdür.
Bu, tıpkı 18. yüzyılın aristokrat salonlarında konuşulan fikirlerin yalnızca seçkin kulaklara ulaşması gibi, dijital elitizmin yeni biçimidir.
Tarihin Dönüm Noktası: Görünürlükten Gözetlenmeye
Tarihsel olarak görünürlük, özgürleşmenin sembolüydü.
Kadınların kamusal alana çıkışı, işçilerin sesini duyurması, sanatçıların sansürü aşması hep “görünür olma mücadelesi”ydi.
Ancak dijital çağda bu mücadele tersine dönmüştür:
Artık herkes görünür ama kimse tam olarak özgür değildir.
Twitter’da bir paylaşım yaptığınızda, sadece takipçileriniz değil, algoritmanın seçtiği anonim kitleler de sizi “görür”.
Ama siz onları göremezsiniz.
İşte burada tarihsel bir kırılma yaşanır: Görünürlük artık karşılıklı değildir.
Bir zamanlar halk kralları görürdü, şimdi algoritmalar halkı izliyor.
Görülme Politikası: Kim Kimi Görüyor?
Sosyolojik olarak bakıldığında “tweetleri kim gördü” sorusu, toplumsal hiyerarşinin dijital bir versiyonudur.
Bir politikacının, sanatçının ya da gazetecinin tweeti milyonlara ulaşırken, sıradan bir yurttaşın sesi algoritmaların derinliklerinde kaybolur.
Bu, dijital eşitsizliğin en görünür örneğidir.
Tarih boyunca bilgiye erişim eşitsizliği nasıl sınıf farkı yarattıysa, bugün de dijital görünürlük sosyal statünün yeni ölçütüdür.
Peki, bu durumda gerçekten “herkesin sesi duyuluyor” diyebilir miyiz?
Yoksa biz yalnızca dijital bir yankı odasında birbirimizin sesini mi duyuyoruz?
Erkeklerin Güç Odaklı, Kadınların Etkileşim Odaklı Görünürlük Arayışı
Tarihsel olarak erkekler, görünürlüğü iktidar göstergesi olarak kullanmıştır:
savaşlarda, siyasette, kürsülerde.
Kadınlar ise görünürlüğü dayanışma ve etkileşim alanı olarak dönüştürmüştür:
edebiyatta, sanatta, sosyal medyada.
Twitter’da da bu fark açıkça görülür.
Erkek kullanıcılar genellikle stratejik, bilgi odaklı içeriklerle görünürlük kurarken; kadın kullanıcılar daha katılımcı ve toplumsal bağ kurucu bir görünürlük geliştirir.
Bu iki yaklaşımın kesiştiği nokta, dijital toplumun yeni kamusal alanını oluşturur:
Etkileşimin politik olduğu, duygunun veriyle yarıştığı bir alan.
Sonuç: Görülmek mi, Hatırlanmak mı?
Tweetleri kim gördü? sorusu, bir sayısal meraktan çok daha fazlasıdır.
Bu, insanlık tarihinin en eski arzularından birinin —görülme, tanınma, anlaşılma arzusunun— dijital biçimidir.
Ama tarih bize şunu öğretir:
Görülmek geçicidir, hatırlanmak kalıcı.
O halde belki de esas soru şudur: Kaç kişi gördü değil, kim gerçekten anladı?
Yorumlarda geçmişle bugünün “görünürlük” anlayışlarını karşılaştırın.
Çünkü tarih, yalnızca kralların değil, görünür olmayı seçenlerin hikâyesidir.