Hayat Ağacı: Her Kültürde Biraz Felsefe, Biraz Yalnızlık, Biraz da Ağaç Sevgisi!
Hayat ağacı… Evet, hepimizin bildiği o meşhur sembol. Hani şu kocaman ağaç, kökleri derinlere inen, dalları göklere uzanan, ve tabii ki asla tek bir kültüre ait olmayan, tam bir dünyalar arası simge! Şimdi, bir düşünün… Erkekler hayat ağacını genellikle “stratejik olarak” ele alırken, kadınlar “daha empatik” yaklaşabiliyor. Erkekler de bir bakıma haklı, sonuçta bir ağacın kökleri ve dalları bir plana göre yerleştirilebilir mi, bakmak lazım! Kadınlar ise ağacın her yaprağını sever, hani o yaprakların hikâyelerini duyup, her dalın altında bir sohbet etmek isterler. O zaman gelin, hayat ağacına hep birlikte farklı bir gözle bakalım!
Öncelikle, hayat ağacının kökeni tam olarak bir tek kültüre ait değil, çünkü bu ağaç sembolü, dünyanın farklı köylerinden, şehirlerinden ve medeniyetlerinden çıkmış. Yani bir bakıma hayat ağacı, kültürler arası bir “toplantı” yapıyor. Herkesin burada bir fikri var ama kimse birbirini “ağaç sembolü ne demek” diye sorgulamıyor. Ne de olsa, ağaçlar bazen ne olacağını önceden bilir!
Örneğin, Norse mitolojisinde “Yggdrasil” diye bir ağacımız var ki, bu öyle bir ağaçtır ki her şey ona bağlıdır. Gökyüzünden yeraltına, tüm dünyalara bağlanan bir tür ağacın ta kendisidir. Erkekler bunu duysalar, hemen bir “bu ağacın altına kamp kurarız” planı yapar, değil mi?
Antik Mısır’a gelirsek, orada da “Life Tree” veya “Tree of Life” sembolü oldukça yaygındır. Kadınlar, genellikle bu sembolü “hayatın döngüsü” olarak düşünürler, yani her şeyin yeniden başladığı, doğanın sürekli bir devinim içinde olduğu bir alan. Her yaprak bir umut, her dal bir bağ… Kadınlar bu noktada “geleneksel aşkı” temsil eden bir şeyler sezinlerler.
Tabii, Hristiyanlık da boş durmamış, hayat ağacını cennetteki o meşhur “iyi ve kötü bilgisi ağacı” ile özdeşleştirmiştir. Burada ise daha çok ahlaki bir tartışma vardır; “Çok mu erken meyve yedin?” sorusunun herkesin kafasında yankılandığı bir ortam… Burada erkekler “strateji” demek ister, kadınlar ise “empati” der. Sizi bilmem ama ben, “ağaç benden bir meyve alsa, kimin ekmeği!” düşüncesindeyim.
Her kültürün hayat ağacına yaklaşımı farklı olsa da, bir şey kesin: erkekler ağacın köklerini “planlı” olarak büyütürken, kadınlar dallarını “incelikle” şekillendirir. Erkekler, ağacın ne kadar sağlam olduğu ve köklerinin derinliğine odaklanırlar. Hangi kök daha sağlam? Hangi dal daha güçlü? Hangi ağacın gölgesinde daha rahat bir hayat kurulur? Yani, ciddi işlere gelince, herkesin bir “planı” vardır.
Kadınlar ise bu konuda biraz daha “romantik” davranır. Onlar, her dalı, her yaprağı, her salkımı sever. Yani, bir ağacın her bir parçası önemlidir, çünkü o parça bir ilişkidir, bir duyguya yol açar. Kadınlar, ağacın bir anlamı olduğuna inanır, bu yüzden ağacın gölgesinde sohbetler edilir, yemekler yenir ve bir dünya kurulur. Ağacın tüm güzelliği, “o dalda” gizlidir. Erkekler de “ama o dal kırılacak, acele et” derken, kadınlar “bırak, her şeyin zamanı var” diyebilir.
Bence var! Herkesin hayat ağacı farklı bir biçimde büyür. Kimi zaman ağacınız hızlıca büyür, kimi zaman da köklerinden çıkan yeni dallar başka bir yön alır. Bazıları en yüksek dallara ulaşmak için uzun yıllar beklerken, bazıları hemen köklerine geri dönüp “şu ağaç aslında tam olarak ne anlatıyor?” diye düşünür.
Sonuçta, hayat ağacı her zaman strateji veya empati meselesi değil. Hangi kültürde, hangi toplumda olduğumuzdan bağımsız, önemli olan bu ağacı sevmek ve ona iyi bakmak. Kim bilir, belki de bizler kendi hayat ağacımızı her gün biraz daha şekillendiriyoruz… Öyle değil mi?
Hayat ağacı, her kültürde farklı bir biçimde karşımıza çıkıyor, ama ortak bir payda var: büyümek, gelişmek ve büyüdükçe dünyayı daha fazla anlamak. Belki de bu yüzden bu sembolün evrenselliği bu kadar dikkat çekiyor. Erkekler ve kadınlar arasında felsefi bir ayrım olsa da, bu ağacı sevmenin bir yolu yok; her bir dalını kendi ruh halimize göre şekillendiriyoruz.
Sizde hayat ağacınız nasıl büyüyor? Hangi kültür daha yakın, yoksa kendi ağacınızda yeni dallar mı eklediniz? Yorumlarınızı bekliyoruz, kim bilir, belki ağacın gölgesinde bir çay içme vakti gelmiştir!